10 Mayıs 2013 Cuma

Camdaki canavar...


Camdaki canavar
Yağmurlu bir sabahtı. Yine bilmediğim ara sokaklarda dolaşıyordum. Her yer çamur içindeydi. Nefret ederim.
Bir müddet başıboş bir şekilde yürüdüm. Etraftaki hurdaya dönmüş evleri inceledim. Patlıcan moru, lacivert, yumurta sarısı… “Hay sizin renk anlayışınıza!” dedim içimden. İnsanlarla iç içe olmaktan nefret ederim. Her zaman yalnız gezerim. Mümkünse ara sokaklarda. Babadan zenginim, çalışmam. Kimseyle muhatap olmam, paramı da sadece kendim yerim. Dolmuşlardan çok korkarım, herkes bir arada, sıkış tepiş, kokulu. Bir kere hastaneye giderken dolmuşa binmek zorunda kalmıştım, sadece şoför koltuğunun arkası boştu. Yol boyu herkes orama burama elledi, para uzatayım diye. Tiksindim. Bu yüzden artık sadece yürüyorum sokaklarda, bir metre yakınımdan birisi geçerse bağırırım. Olması maskem var, hani bulaşıcı hastalık olduğu zaman takılan cinsten, onu takarım.
Neyse. Yağmur dindi. Etrafta sadece araba ve okula giden öğrenci gürültüsü vardı. İğrenç. Yolumun ilerisinde bir öğrenci güruhu gördüm, başka bir ara sokağa daldım. Adımlarımı hızlandırdım.
 Daha sonra adımlarımın beni bir yere sürüklediğini fark ettim. Sokaklar ayaklarımın altında akıp gidiyordu. Sürekli sağa çekiliyordum. Engel olamadım.
Yürüdüm, yürüdüm; vakit geçti koşmaya başladım. En sonunda kiremit tuğlalı bir evin önünde buldum kendimi. “Ulan Allah belanı versin, bu boktan ev için miydi bütün koşuşturma, ciğerim yırtıldı be” dedim içimden kendime. Kendimle konuşmayı çok severim.
Soluğumu düzeltmeyi başardığım zaman etrafa iyice bakabildim ve onu gördüm.
Bir melek gibiydi, ışıl ışıl, masum, öylece camda oturuyordu. İşte o an o garip yaratığa sahip olmak istedim. Camı kırıp kurtarayım onu içeriden dedim. O bana baktı, ben ona baktım. Vakit geçtikçe beni kendi çekim alanının içine alıyordu. Bir ara telepatik oyunlara başladık. Ben kafamı eğerken o da eğiyordu. Ben elimi cama uzatınca o da patisini cama uzatıyordu. Kendimi kaşığı eğmeye çalışan geri zekâlı Neo gibi hissettim. Ben gerizekalı değilim tabii, orası ayrı.

            Telepatik oyunlarımız bitince, gözlerine sinsi bir bakış yerleşti. Anlam veremedim. Patisiyle ağzını gösterdi, “Gek, gek, gek” dedi. Omuz silktim. Keşke yapmasaydım diyorum hatırladıkça. Bir anda ağzını fırın gibi kocaman açtı ve sinirli sesler çıkartmaya başladı. Korkmuştum, ne yapacağımı bilemedim! Aptal kedi sürekli kendisini pencereye atıyordu, camın kırılacağından korktum, napardı beni sonra?
            Bir ara duruldu gibi oldu, yüzünde kanlar vardı. Cama biraz yaklaştım. Hiç hareket yoktu. Biraz daha yaklaştım. Yine hareket yok. “Öldü galiba” diye geçirdim içimden. Biraz daha yaklaştım ve aniden bağırmaya başladı. Bağırtısının üzerine cam patladı ve kedi üzerime atladı. Elimden yakaladı beni. Elimi salladıkça daha haşince ısırıyordu şerefsiz. Altımı o ara ıslattım galiba. En son enseme çıkıp şahdamarımı ısırmaya çalışınca tek ayağından yakaladığım gibi, karşıki duvara fırlattım. Melun kedi duvara çarpıp, önündeki konteynırın içine düştü. Ben de topukladım. Tek ayağının kırıldığını sonradan fark ettim. Ama ölüm kalım meselesi vardı arada.
            Aradan beş saat geçmişti. Kurtuldum sandım, yanılmışım. Kalabalık bir caddede buldu beni şerefsiz. Tek ayağı kırık olmasına rağmen yıldırım hızıyla koşarak yanıma geldi. Bütün gücüyle çarptı bana, sonra da acı acı miyavlamaya başladı. Bir anda bütün kalabalık kulak kesildi ve gözleri bana çevrildi. Herkes nefret dolu gözlerle bakıyordu bana. “Ne istedin şuncacık zavallıdan, senin kafanı kırmalı, hayvan sevmeyen insan da sevmez, hayvana şiddete hayır” sloganları atmaya başladılar. Üzerime yürüdüler. Kalabalığın içinden kısa kıvırcık saçlı, mavi gözlü bir kız koşarak kediyi kucakladı ve yüzüme tükürdü. Kalabalık bir anda galeyana geldi. O anda geri zekalı kedinin gülümsediğini gördüm. Kalabalık bütün kemiklerimi kırıp, etlerimi parçalarken düşündüğüm tek şey vardı, intikam!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder