21 Mart 2013 Perşembe

Mezarlıkta halay çekenler


Mezarlıkta halay çekenler
Mezarcı küreğini sürüdü, çok toz kalktı. Mezarlığı sis basmıştı, kalkan tozla göz gözü görmez oldu. Ölü ağacının dalına konan karga gak dedi ve mezar taşına pisledi. Hem de nasıl pislemek, of anam! Çıyanlar toprağı eşeleyerekten yeryüzüne çıktılar, yedikleri leşlerden karınları davul gibi olmuştu. Bir kısmı mezarcının küreğine kapıldı gitti, kalanları karınlarını tutup geğirdiler.



Etrafta kimsecikler yoktu, ne zaman olurdu ki? Gelen çarpılır, adını duyan donlara doldurur, yaramazlık yapan çocuklar buraya atılmakla korkutulur. Burada uykuya dalanlar da eskimiştir artık, elli senedir ne gelen olur ne giden. Mezarcı ne halt etmeye küreğiyle gelir diyeceksiniz, kimse bilmez. O da ayrı bir hikaye konusu.
Kazara bu harabeliğin yakınlarından geçenler zaman zaman hareket eden gölgeler gördüklerini söylerler. Bir de davul zurna sesi gelir uzaktan uzaktan. Dört kişilik Şahin arabaların arkasında oturan başı bağlı pazar poşetli teyzeler, davul zurna sesini evlendiği gün Hakk’ın rahmetine kavuşan gelinlere yorarlar, bir de üzerine derler ki: “Yazuk, cık cık cık…”
Civarda ne ev vardır ne de insan. Bir tanecik hamam kalmıştır eskilerden, ona da üç harfliler dadandı diye senelerdir kimseler gitmemektedir.
Gelin, tozların arasından kendinize yer açın da mezarlığa geri dönelim. Nah şu yeşil kapı giriş kapısı. Kenarındaki derme çatma kulübe mezarcının. Bu adam kimdir, necidir kimse bilmez. Kimse dilinden de anlamaz. Uzun zamandır insan yüzü görmemiştir. Tek sevgilisi küreğidir ya, neyse. Yokuş yukarı çıkan yolu dere ikiye böler. Derenin alt kısmı köylülere, üst kısmı ise ağalarla ortalık evi karılarına aittir. Deredeki köprüyü gördünüz mü? Hah işte o köprüyü benim dedem yaptırmıştır zamanında rahmetli, ne iyi adamdı.
Köprüden geçip düz yürüyünce karşınıza çatal yol çıkar. Sağa gidenin sonu selamet, sola gidenin akıbeti belli değil. İyi saatte olsunların bu bölgede cirit attıkları söylenir. Gidenler asla geri dönmemiştir, ne insanoğlu, ne kurt, ne kedi, ne de kuş. Mezarlığın o yöresinden tek ses bile duyulmaz.
Bir de bu çatal yolun ortasından yokuş yukarı bir patika çıkar. İşte o yolun başında ağaçların arasına gizlenmiş penceresiz bir kulübe vardır. Kulübenin kime ait olduğu tabii ki bilinir, amma yüksek sesle söylenmez. Allah’ım koru Yarabbim!


Evin içine bu zamana kadar giren olmamıştır. Bir keresinde sabahleyin o yol üzerinden geçiyordum. Çocuktum ha. Hoplaya zıplaya gidiyorum, bir de baktım evden birileri çıkıyor. Boyları devasa, kalıptan da hallicene dört adam. İlk baş tanımadım, sonra aralarından düğünlerin halay başısı olan Kemal Ağabey’i fark ettim. Soluğumu tuttum, bekledim. Bunlar ilerledi mezarlığın içine, ben de tırıs tırıs geri döndüm.
Ertesi gün yine aynı terane. Ulan dedim nereye gidiyor bu adamlar, ne yapıyorlar bu evin içinde. Dur dedim takip edeyim şunları. Yürü Allah yürü. Allah yürü ya kulum demiş, ben de sırtlanmışım ayakları. Sabah karga bokunu yemeden çıktık yola, gece geri döndüğümüzde kurtlar uluyordu.
O gün evin yolunu unuttum. Başladım her gün bu adamları takip etmeye. Her gün anasının bir nikahına yürüyorlardı, sonra bir ara gözden kaybediyordum onları. O arada uyuklayıp mola veriyordum aklımca. Sonra bir kulak kabartıyordum, ayak sesleri, düşüyordum yine yola.
Senelerce bu iş böyle gitti. Sonra bir gün aniden nereye kaybolduklarını anladım. Mezarlığın içine gidiyorlardı, orası tamam. Bir noktadan sonra bir mezarlığın içine atlayaraktan yer altından yollarına devam ediyorlardı. Ben de buldum o mezarı. Allah’ım sana geliyorum, dedim atladım çukura. Az da kötü kokmuyordu hani. İlerledim el yordamıyla. Yol bir yerde kavis yapıyordu. Kavisten kafamı uzattım bir de ne göreyim, halaybaşı Kemal Abi yeni açılmış bir mezarın içinden yürüttüğü kadını almış yanına halay çekiyor. Yazıcı meleklerden bir tanesi kalk gidelim dedi, diğeri de bok yeme otur, bir daha böyle eğlentiyi nerde bulcan lan hıyar dedi. Pis yanımı her zaman çok sevmişimdir. Bekledim.
Kemal Abi sarışın kadınla dans ederken, diğer üç kişi de katıldı aralarına, başladılar kasap havasına:
- Haydaaa, hoppaaa. Haydi kasap!
- Ray ray raaaay da ray ray raaay da ray ray ray ray raaay papapapam!
- Tıs, tıs, tıs, tıss.
- Teeeey!
Bir ara dikkat kesildim, yav dedim bu Kemal Abi’nin yüzüne ne olmuş, ne o yüzünde yürüyenler dememe kalmadı adamlar beni fark etti. Koşup duvar kenarına sünmüş olan bedenimi götürdüler içeriye. Aldılar beni de halaya, başladılar anlatmaya:
-Bak yeğen. Çıktık bir yola, altın var dediler bu mezarlıkta. Kazdık çukur çokça, kaybettik kürekleri bataklıkta. Mezarın teki çöktü kafamıza, sonra başladık halaya kaygısızca.
İşte o zaman anladım Kemal Abi’nin yüzündekileri.
O gün bir halay çekmişim, hiç unutamam. Hala o gün bugündür halaya devam ederiz. O zamandan sonra mezarlığa gelen giden de olmamıştır. Siz ilk ziyaretçilersiniz, bizi bahtiyar ettiniz. Haydi halaya, hoppaaa!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder