17 Mart 2013 Pazar

Mezarcı


Mezarcı
-   Küreği getir!
- Peki bey, dedi kadın, hiç sorgulamadan. Ne de olsa kocasının işiydi bu. Senelerdir ekmeklerini bundan kazanıyorlardı ya, daha ne olsundu?

Dar, yeşil renge boyalı kapıdan geçti, evin içine girdi. Beton üzerine soluk gri halı fleks kaplı merdivenlerden yuvarlanaraktan alt kata indi. Uzun zamandır ayaklarında çekilmeyle birlikte müthiş bir ağrı vardı. Korkusundan herifine bir şey söyleyemiyordu. Neme lazım, doktor parası vermemek için kızları Vahide’yi boğmaya kalkmışlığı vardı. Hatçam Teyzeler zor almıştı çocuğu elinden deyusun. Hatçam Teyze de ölüp toprağa karışalı çok olduydu, dese herif ben geberiyom diye bu sefer kimse alamazdı onu kocasının elinden. Küreği alnının çatına geçirdi mi, tamam.
On iki basamaklı merdiveni indi, yol bitiminin sağındaki odaya doğru seyirtti. Işığı yakmaya davrandı, ilk baş karanlıkta düğmeyi bulamadı, heyecandan eli ayağına dolaştı, küçük bir kalp çarpıntısı yaşadı. Daha sonra Mümtaz’ın bağırışlarıyla kendisine geldi:
- Haliseee! Nerde kaldın geberesice karı?
- Geliyyöm beey, diye karşılık verdi. Allah belasını versindi böyle hayatın. “Lanet olsün seninlen evlendiğğim gune” diye kocasına kahretti içinden. O arada düğmeyi buldu, ışığı açtı. Bir anda odadaki karaltıyı fark etti, gelmişti sonunda sütçü Nazif Efendi:
- Halise, geldim gız. Çabuk davran sen önden çık, kıza da haber et ne olduğunu şaşırmasın, de hayde.
- He, diyebildi Halise. Dört buçuk sene önce mahallelerine yeni bir sütçü gelmeye başlamıştı, işte bu Nazif Efendi. Ama ilk tanışmaları bir cenaze zamanına denk gelmişti. Nazif Efendi’nin süt ineciği Toraman, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Nazif Efendi çevredekilerden mezarcının oturduğu yeri öğrenmiş, süt ineciği için bir mezar kazdırtmıştı. Günah dediler, yapma etme hayvan için de mezar mı yaptırılırmış dediler, dinletemediler. Nazif Efendi iki gözü iki çeşme ağlıyordu Toraman için. İşte ne olduysa o zaman oldu, Halise bu duygu yüklü adamcağıza abayı yaktı. Gel zaman git zaman Nazif Efendi ile daha sık görüşür oldular. Nazif Efendi daha önce  hiç evlenmemişti, zamanında bir kız sevmiş, onun da biraderiyle evlenesi tutmuştu. Halise’nin ve kızının çektiği çileyi görünce kadına daha çok tutulmuştu.
En sonunda birlikte Mümtaz’ı öldürmeye karar verdiler. Kimsenin ruhu duymazdı, soranlara kendi kazdığı mezarın içine düştü diyeceklerdi. Halise allem etti kallem etti, kocasını kendileri için mezar açtırmaya razı etti. Dedi:
- Bey, ne zaman öleceğimiz belli değil. Bugün yarın sana bir şey olsa, biz kahrımızdan ölürüz. Buralardan kimsecikler geçmez, bizi kim bulacak, cesetlerimiz kokuşur çürür. En azından bizim için evin yanuna bir mezarcık açıver de, ölcemizi anladığumuz zaman yanına seyirtip üzerimizi kara torpakla örtek. He?
Mezar lafı açılınca akan sular dururdu, nitekim Mümtaz bu teklifi kabul etti. Bugün de o mezarları açıyordu işte.
Halise yine yuvarlanaraktan merdivenleri aştı, küreği herifine yetiştirdi. Kızı Vahide’ye de kaş işareti yaptı. Kız şaşaladı:
- Ney?
Halise, göz kırptı. Vahide:
- Ay anneee, dur az babuta yardım edem, yemeği koyarım ocağa, dedi.
Halise bu sefer gözlerini devirerekten Mümtaz’ı işaret etti ve eski Roma dilindeki gibi elini yumruk yaptı, baş parmağını da baş aşağı çevirdi. Vahide o zaman durumu kavradı.
Mümtaz her şeyden habersiz olarak yaptığı şahesere bakıyordu. Halise’ye belli etmese de, beklediği gün gelmişti. Sonunda hepsi Hakk’ın rahmetine kavuşacaktı. Oturma odasındaki divanın altına sakladığı zincirleri düşündü. Bu zincirlerle kızıyla karısını bağlayacaktı mezarların içine. Açlıktan öleceklerdi ki, zevali kimsenin boynuna kalmasın. Kendisi de girecekti kendi uyku tulumunun içine. Onlar rahat, kendi rahat. Bu niyetle dudağının ucuyla sırıtarak toprak aşındırmaya devam etti. Kazdıkça kazıyordu toprağı, yorulmak nedir bilmiyordu. Bir arşın, bir arşın daha, haydi bir arşın daha. En sonunda açtığı mezarlar tam içine yatılacak kıvama gelmişti. Mezardan çıkmaya davranacakken, duyduğu ayak sesleriyle irkildi. O anda ne olduysa oldu, zamanında ineğine dört köşeli mezar yaptığı Nazif Efendi tepesine çullandı.
“Ya Allah” dedi Nazif Efendi, eline aldığı kazmayı Mümtaz’ın kafasına geçirdi. Adam bir seferde boylu boyunca toprağa serildi, bayılmıştı zaar. Vakit geçirmeden Vahide’yle birlikte Mümtaz’ın içinde olduğu mezarın üzerini toprakla doldurmaya başladılar. Halise ise evin önündeki açıklığa oturmuş onlara bakıyordu, halinden memnun olarak.
Mezarın üzeri örtüldü, günler geçti. Mahalleli Mümtaz’ı sormaz oldu. Soranlara: “Mezar kazmaya gittiydi, daha da geri gelmedi, umumhaneden ayarladığı bir karıyla kaçtı herhal!” dediler. Bir müddet sonra da Halise’ye imam nikahını kıyan Nazif Efendi hepsini toparladı, başka bir kasabanın yolunu tuttu.
Mezarcının evinin önünden geçenler, ara sıra toprağın altından kazma kürek sesleri geldiğini iddia ederler. Kim bilir… Alma mezarcının ahını, çıkartır senden kazma kürekle…
Esenlikler!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder