Mezarcı
-
Küreği getir!
- Peki bey,
dedi kadın, hiç sorgulamadan. Ne de olsa kocasının işiydi bu. Senelerdir
ekmeklerini bundan kazanıyorlardı ya, daha ne olsundu?
Dar, yeşil
renge boyalı kapıdan geçti, evin içine girdi. Beton üzerine soluk gri halı
fleks kaplı merdivenlerden yuvarlanaraktan alt kata indi. Uzun zamandır
ayaklarında çekilmeyle birlikte müthiş bir ağrı vardı. Korkusundan herifine bir
şey söyleyemiyordu. Neme lazım, doktor parası vermemek için kızları Vahide’yi
boğmaya kalkmışlığı vardı. Hatçam Teyzeler zor almıştı çocuğu elinden deyusun. Hatçam
Teyze de ölüp toprağa karışalı çok olduydu, dese herif ben geberiyom diye bu
sefer kimse alamazdı onu kocasının elinden. Küreği alnının çatına geçirdi mi,
tamam.
On iki
basamaklı merdiveni indi, yol bitiminin sağındaki odaya doğru seyirtti. Işığı
yakmaya davrandı, ilk baş karanlıkta düğmeyi bulamadı, heyecandan eli ayağına
dolaştı, küçük bir kalp çarpıntısı yaşadı. Daha sonra Mümtaz’ın bağırışlarıyla
kendisine geldi:
- Haliseee!
Nerde kaldın geberesice karı?
- Geliyyöm
beey, diye karşılık verdi. Allah belasını versindi böyle hayatın. “Lanet olsün
seninlen evlendiğğim gune” diye kocasına kahretti içinden. O arada düğmeyi
buldu, ışığı açtı. Bir anda odadaki karaltıyı fark etti, gelmişti sonunda sütçü
Nazif Efendi:
- Halise,
geldim gız. Çabuk davran sen önden çık, kıza da haber et ne olduğunu
şaşırmasın, de hayde.
- He,
diyebildi Halise. Dört buçuk sene önce mahallelerine yeni bir sütçü gelmeye
başlamıştı, işte bu Nazif Efendi. Ama ilk tanışmaları bir cenaze zamanına denk
gelmişti. Nazif Efendi’nin süt ineciği Toraman, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu.
Nazif Efendi çevredekilerden mezarcının oturduğu yeri öğrenmiş, süt ineciği
için bir mezar kazdırtmıştı. Günah dediler, yapma etme hayvan için de mezar mı
yaptırılırmış dediler, dinletemediler. Nazif Efendi iki gözü iki çeşme ağlıyordu
Toraman için. İşte ne olduysa o zaman oldu, Halise bu duygu yüklü adamcağıza
abayı yaktı. Gel zaman git zaman Nazif Efendi ile daha sık görüşür oldular.
Nazif Efendi daha önce hiç evlenmemişti,
zamanında bir kız sevmiş, onun da biraderiyle evlenesi tutmuştu. Halise’nin ve
kızının çektiği çileyi görünce kadına daha çok tutulmuştu.
En sonunda
birlikte Mümtaz’ı öldürmeye karar verdiler. Kimsenin ruhu duymazdı, soranlara
kendi kazdığı mezarın içine düştü diyeceklerdi. Halise allem etti kallem etti,
kocasını kendileri için mezar açtırmaya razı etti. Dedi:
- Bey, ne
zaman öleceğimiz belli değil. Bugün yarın sana bir şey olsa, biz kahrımızdan
ölürüz. Buralardan kimsecikler geçmez, bizi kim bulacak, cesetlerimiz kokuşur
çürür. En azından bizim için evin yanuna bir mezarcık açıver de, ölcemizi
anladığumuz zaman yanına seyirtip üzerimizi kara torpakla örtek. He?
Mezar lafı
açılınca akan sular dururdu, nitekim Mümtaz bu teklifi kabul etti. Bugün de o
mezarları açıyordu işte.
Halise yine
yuvarlanaraktan merdivenleri aştı, küreği herifine yetiştirdi. Kızı Vahide’ye
de kaş işareti yaptı. Kız şaşaladı:
- Ney?
Halise, göz
kırptı. Vahide:
- Ay
anneee, dur az babuta yardım edem, yemeği koyarım ocağa, dedi.
Halise bu
sefer gözlerini devirerekten Mümtaz’ı işaret etti ve eski Roma dilindeki gibi
elini yumruk yaptı, baş parmağını da baş aşağı çevirdi. Vahide o zaman durumu
kavradı.
Mümtaz her
şeyden habersiz olarak yaptığı şahesere bakıyordu. Halise’ye belli etmese de,
beklediği gün gelmişti. Sonunda hepsi Hakk’ın rahmetine kavuşacaktı. Oturma
odasındaki divanın altına sakladığı zincirleri düşündü. Bu zincirlerle kızıyla
karısını bağlayacaktı mezarların içine. Açlıktan öleceklerdi ki, zevali
kimsenin boynuna kalmasın. Kendisi de girecekti kendi uyku tulumunun içine.
Onlar rahat, kendi rahat. Bu niyetle dudağının ucuyla sırıtarak toprak
aşındırmaya devam etti. Kazdıkça kazıyordu toprağı, yorulmak nedir bilmiyordu.
Bir arşın, bir arşın daha, haydi bir arşın daha. En sonunda açtığı mezarlar tam
içine yatılacak kıvama gelmişti. Mezardan çıkmaya davranacakken, duyduğu ayak
sesleriyle irkildi. O anda ne olduysa oldu, zamanında ineğine dört köşeli mezar
yaptığı Nazif Efendi tepesine çullandı.
“Ya Allah”
dedi Nazif Efendi, eline aldığı kazmayı Mümtaz’ın kafasına geçirdi. Adam bir
seferde boylu boyunca toprağa serildi, bayılmıştı zaar. Vakit geçirmeden Vahide’yle
birlikte Mümtaz’ın içinde olduğu mezarın üzerini toprakla doldurmaya
başladılar. Halise ise evin önündeki açıklığa oturmuş onlara bakıyordu,
halinden memnun olarak.
Mezarın
üzeri örtüldü, günler geçti. Mahalleli Mümtaz’ı sormaz oldu. Soranlara: “Mezar
kazmaya gittiydi, daha da geri gelmedi, umumhaneden ayarladığı bir karıyla
kaçtı herhal!” dediler. Bir müddet sonra da Halise’ye imam nikahını kıyan Nazif
Efendi hepsini toparladı, başka bir kasabanın yolunu tuttu.
Mezarcının
evinin önünden geçenler, ara sıra toprağın altından kazma kürek sesleri
geldiğini iddia ederler. Kim bilir… Alma mezarcının ahını, çıkartır senden
kazma kürekle…
Esenlikler!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder