Bakırköy’de patlama!
- - Ulan Nazife! Yine küflenmiş bu zeytin be kadın!
Bakıp da getirsene şunu!
- - Kusura bakma ağabey, buzdolabında arıza var
sanırsam, ondan oluyur.
- -Bıktım ulan, kaldır şunları çıkıyorum ben. Bir
zeytin yiyoruz, o da küflü anasını satayım. Yakında zeytin de bulamayacağız ya
neyse. Akşama bi şey lazım mı?
- -Yok ağabey, anamlan aldıydık her şeyi sağolasın.
- -Oldu, dedi Bilal. Siniri tepesine çıkmıştı yine.
Hamdolsun yiyecek yemekleri vardı, eli de ekmek tutuyordu ya, bazı zamanlar isyan
edesi geliyordu Allah’ın gücüne gitmesin. Üzülüyordu bir de. Nazife’nin ne suçu
vardı sanki yok yere bir de ona bağırmıştı. Küçücük haliyle evin her işine
koşturduğu yetmezmiş gibi, bir de abisinden azar yiyordu. “Neyse” dedi içinden,
“Akşama gelirken bir paket çikulata alırım, gönlü olur”.
Kağıt toplayıcısıydı Bilal, ulan sanki
böyle meslek mi olurdu bir de soranlara
gururla “Kağıt toplayıcısıyım!” derdi. Utanmazdı işinden ya, pek bir
para getirdiği yoktu meredin. Akşama kadar çöpleri didikle dur, sonra versinler
eline üç kuruş. Bazen kafası attı mı çok derdi, “İnşaata giricem, hamallık bile
yaparım ulan yeter ki şu çöp kokusundan kurtulayım”. Hasta anacığı istemezdi.
Arkasındaki çuval arabasıyla o çöp senin,
bu konteynır benim dolaşmaya başladı. Dolaştı durdu. Şu geri dönüşüm
zımbırtıları da çıkmıştı da deyuslar hala kağıttı, şişeydi demeden o pis çöp
kokulu konteynıra dolduruyorlardı her şeylerini. Kokuya alışmıştı artık, ne
kadar alışılırsa. “Neyseki tuvalet temizlemiyorum, milletin bok kokusundan
durulmazdı valla” diye geçirdi içinden ve gevrek bir kahkaha salladı.
Sabahın erken saatleriydi daha. Takım
elbiseli beyefendiler, hanımefendiler işlerine gidiyordu. Çok bakan olmazdı Bilal’e,
baksalar da umuru olmazdı zaten. Burun kıvıranlara alışmıştı da, o acır gibi
bakan yufka yürekli kızlar yok muydu, kıl oluyordu. Öyle bakanlara “Dön de
zengin götüne acı ulan!” diyesi gelirdi hep, demezdi ama.
Yürüye yürüye Bakırköy sokaklarına geldi. “Ulan
nolurdu benim de memuriyette bir işim olsaydı, şurada bir evim olsaydı. Seyhan’ı
da alırdım, cirlop gibi takımı da çekerdim, görenler adam sanırdı. He, bir de
kahvaltı var tabi. Uyanınca her gün menemen yerdim Allah canımı alsın, zeytin de
en güzelinden olurdu. Dolap da bozulmazdı. Neyine lan senin it!” dedi kendine.
Bir iki sokak dolaştı, eşeledi çöpleri.
Buldu birkaç şey. Daha çok dolaşması lazımdı; ama olmadı. O sokağa girdi işte.
Adında meymenet yoktu, “Kaymaz Sokak”.
Düğün mü, nişan mı ne yaptılarsa artık
pislik içindeydi sokak. “Koskoca İstanbul’da bir salon bulamamışlar mı yahu?
Bizim İzzet bile kıydı paraya, gitti Nil Düğün Salonu’nda yaptı düğününü.” dedi
içinden. Etraf plastik tabak, bardak ve konfeti doluydu. Çöpçüler buraya
uğramamıştı anlaşılan. Beyaza boyalı apartmanın önündeki konteynırı kestirdi
gözüne.
Apartman da ne apartmandı ha, saray yavrusu
mübarek. Nazife hep gazeteden gönlüne güzel gelen fotoğrafları kırpardı.
Çocuğun tutkusuydu işte, deniz. Bir kere Nazife daha çok küçükken, babaları da
sağken bir tanıdıklarına gitmişlerdi, Şile’ye. Orada girmişlerdi denize. Ona da
denize girmek denirse, ayaklarını sokmuşlardı işte. Nazifecik o zamandan beri
deniz delisi olmuştu. Olurdu ya böyle zengin evleri, deniz kenarında, beyaza
boyalı, içi ahşap, duvarlarında pembe çiçekler. Bayılıyordu çocuk öyle şeylere.
“Kaptana vercem kız seni!” derdi hep Bilal ona.
Aklından geçenleri bertaraf etti. “Ya
Allah, bismillah!” deyip girişti konteynıra. Önce yağlı bir poşet geldi eline. “Ne
lan bu?” diye içine bakınca gördü senelerin azılı kabusunu. Zeytin! Hem de
küflü! “Ananı, avradını!” diye koyverdi aklına gelen küfürleri. Çöpü
didiklemeye devam etti. Başta pek bir
şey yok gibiydi, “Ya diplerde varsa?” diye elini daha da derinlere sokunca
oluverdi her şey. Baaaammmmmm!!!
O düğün yapan pezevenkler vardı ya, havai
fişeğe de heveslenmişlerdi galiba. En ucuzundan buldukları fişekleri
toplamışlar, düğünde patlatmaya çalışmışlar, patlamamış. Patlar mı? “Bir bok
olmaz bunlardan!” denilerek konteynıra yollanmış fişekler. “Ben öyle patlamam,
böyle patlarım!” diyerek Bilal’e patlamıştı olay. Oracıkta can verdi.
Ama onun işi burada bitmemişti tabii.
Öldükten sonra garip bir şekilde içinde senelerdir tuttuğu öfke ayaklandı. İki
adım attı yukarı doğru ve okkalı bir tükürük salladı konteynırın içine. “Kaymaz
Sokak da bize kaydı ulan, helal olsun!” dedi. Her zaman yapmak istediği şeydi,
en nihayetinde içinde patlayan kahkahalarını tutamadı.